Öz Güven Eksikliği ve Carl Gustav Jung’un Kuramına Göre Öz Güven Eksikliğini Gidermenin Yolları
Özgüven psikolojik yaşamın temel öğelerinden biri, duygusal bir gerekliliktir. Özgüven hayatın zorluklarıyla başa çıkabilmek için yeteneklerimize duyduğumuz güvendir. Özgüven kişinin kendisine yönelik olumlu düşünceler geliştirmesi sonucu çevresindekilere ya da kendisiyle uyumlu olması durumudur. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik kendinin farkında olmasıdır. Kişi önce bir kimlik oluşturur ve bu kimliğe bir değer kazandırır. Var ettiğimiz kimliği sevip, sevmeme hali ise özgüven duygumuza karar verir. Kişinin olumsuz taraflarını reddetmeden, şefkatle kabule geçmesi özgüven duygusu için önemlidir. Öz güven kişin kendine ve başkalarına karşı kabul edici ve kapsayıcı bir tutum sergilemesidir. Özgüven doğuştan kazanılan bir özellik değildir. Özellikle çocukluk döneminde yaşanılan deneyimler özgüvenin şekillenmesinde önemlidir. Anne-baba tutumları, çevresel faktörler özgüven oluşumunu ve gelişimini etkileyen faktörlerdir. Özgüven sahip olduğumuz koşullarla sadece dolaylı olarak ilişkilidir. Öz güvenli olmak her zaman ekonomik olanaklar ya da sosyal statü ile ilişkili değildir. Üniversite çalışan bir profesör kendisinden daha düşük statüye sahip birine göre daha öz güvensiz olabilmektedir. Özgüveni oluşturan üç önemli kompetent vardır: Benlik, benlik saygısı ve üçüncüsü özyeterliliktir.
Benlik
Roger kişilik kuramından benlik kavramını 'kişinin kendisi ile ilgili sahip olduğu algıları, düşünceleri ve değerleri içeren bir kavram olarak tanımlamıştır. Rogers'a göre bireyin olumlu bir benlik kavramı geliştirebilmesi için, koşulsuz bir sevgi ortamında yetişmesi gerekir. Rogers'a göre benlik kavramı, benlik ve ideal benlik olarak iki alt sistemden oluşur. Benlik kavramı kişinin varlığına ve deneyimlerine yönelik tüm algısını kapsar. İdeal benlik ise sahip olmadığı ancak sahip olmayı arzuladığı benliği ifade eder. Çocuklar benlik kavramına sahip olarak dünyaya gelmez. Çocuklar erken yaşlardaki bağlanma ilişkileri temelinde kendilerinin ne kadar sevilebilir ve değerli olduklarına ve başkalarının gözündeki değerlerine ilişkin beklenti ve inançlardan oluşan, “benlik temsilleri” geliştirirler.
Benlik Saygısı
Birey önce bir kimlik oluşturur sonra ise bu kimliğe bir değer atfeder. Sahip olunan kimliğe biçilen değer kişinin benlik saygısını oluşturur. Kendimize yönelik değerlendirmelerimiz sonucunda ulaştığımız yargı, benlik saygımızın düzeyi için belirleyicidir.
Lewin (1935) benlik saygısını, yaşam bir sahne olarak düşünülürse, kişinin, oyunun niteliğinden ve oynadığı rolden aldığı doyumu olarak tanımlamaktadır. Benlik saygısı, bir bireyin öz-değer duygusunu veya insanların kendilerine ne ölçüde değer verdiğini, takdir ettiğini veya sevdiğini ifade eder. Düşük benlik saygısına sahip bireyler kendilerine güven duymamakta, yeteneklerini önemsememekte, çoğunlukla başarılarını inkâr etmekte, kolayca umutsuzluğa kapılmakta, kendilerine saygı duymamaktadırlar.
Öz Yeterlilik
Bandura’ya göre öz-yeterlik, olası durumları yönetmek için gerekli eylemleri organize etme ve yürütme yeteneğinize olan inancımızdır. Başka bir deyişle, belirli bir durumda başarılı olma yeteneğinize olan inancınızdır. Güçlü bir öz-yeterlik duygusuna sahip kişiler, zor sorunları üstesinden gelinmesi gereken görevler olarak görürler.
Özgüven Eksikliğini Gidermenin Yolları
Öz güven eksikliği olan bireyler konfor alanında kalarak, var olan potansiyellerini ortaya çıkarmakta zorlanırlar. Genellikle kendi potansiyellerinin altında olan başarılara odaklanırlar. Öz güven eksikliği bizim temas etmek istemediğimiz ve bilinç dışına bastırdığımız çatışmalarımız ve bu çatışmaların ruhsal mekanizmamızda yarattığı duygular ile ilgilidir. Özgüven eksikliği olan bireyler hata yapma korkusunu yüksek düzeyde yaşarlar. Bu nedenle özgüven eksikliği olan bireyler konfor alanında kalarak, hata yapma riskini azaltmaya çalışırlar. Eleştirilme ve yargılanma kaygılarından dolayı, kendi yeteneklerini yeterince sergileyemezler. Özgüven eksikliğinin temelinde yüzleşmekten kaçındığımız duygular yatar. Bastırdığımız duygulara temas etmemek ise bizi mükemmel ve kusursuz olma çabasına iter.
Özgüven eksikliğini aşma konusunda ilk atılması gereken adım, bizi zorlayan duyguların farkına varmaktır. Özgüven eksikliği çoğu zaman reddedilme, pişmanlık, suçluluk, başarısızlık, çaresizlik, değersizlik ya da yetersizlik gibi duygulardan kaynağını alır. Bastırdığımız duyguları bilinç düzeyine çıkararak, fark etmek değişimin önemli bir basamağıdır. Ruhsal mekanizmamızda içselleşen bu duygular genellikle bize çocukluğumuzda miras kalan duygulardır. Geçmişte ihtiyaç duyduğumuz sevgi ve kabulü hissedememiş olabiliriz. Ancak yetişkin bilinciyle kendimize ihtiyaç duyduğumuz değeri ve sevgiyi sunabiliriz. Eksik ve kusurlu yönlerimizi kabul edip, varlığımızı bir bütün olarak sevmeyi öğrenebiliriz. Kendimizle kurduğumuz ilişki dış dünyayla kurduğumuz ilişkiyi de belirler. Kendimizi sevmeyi öğrendikçe, bizi özgüvensiz kılan duygularımızı fark ederek, dönüştürebiliriz. Carl Jung'un 'Görüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar' sözündeki gibi esasında tüm mesele kendi ruhsal dünyamızda saklıdır.
Carl Gustav Jung'a göre her bireyin kendi ile ilgili bilmeyi tercih etmediği karanlık tarafları vardır. Jung bilinç düzeyine çıkarmayı reddettiğimiz karanlık taraflarımızı gölge olarak tanımlar. Bireyleşme insanın bilinç ve bilinç dışını bütünleştirerek kendini gerçekleştirmesidir. Gölge bizim bilinç dışı bir parçamızdır. Gölge her zaman kendini ifade etmeye fırsat kollar ve agresyon ile kendini açığa çıkarır. İnsan doğduğunda sadece selften yani kendilikten ibaretti. İnsan yaşamına ayrımlaşmamış bir bütün olarak başlar. Yaşam sürdürüldükçe kişiliğin her bir sistemi diğerlerinden farklılaşmaya başlar. İç dünya ve dış arasında yaşanan çatışma ve zıtlıklar, benliğin parçalara ayrışmasına neden olur. Birey yaşamda zıtlıkları deneyimledikçe, benlik bütünlüğü parçalara ayrılır. Örnek olarak çağdaş dünya gölge arketipinin bireyleşmesine gereğince imkan sağlamaz. Kişiliğin bilinç dışına itilen gölge, orada ilkel ve bireyleşmemiş bir durumda kalır. Bireyselleşme için önce bilinç dışına ittiğimiz parçalarımı keşfetmeli ve bilinç koyarak dönüştürmeliyiz.
Bireyselleşme için bilinç dışı ve bilincin entegrasyonu ile mümkündür. İnsanın nihai amacı olan bireyleşme ve bütünleşme bilinç ve bilinç dışının entegrasyonu ile mümkündür. Jung'a göre bu açıdan bilinç ve bilinç dışı birbirinin karşıtı ancak aynı zamanda birbirini tamamlayan iki yapıdır. Jungiyen teoride ego yalnızca sonsuz kompleksleri içeren selften doğan bir parçadır. Ego bilinç dışı ile bilinç arasında bir köprü vazifesi görür.
Bebek ayrımlaşmamış olarak dünyaya gelir, büyüdükçe toplumsal deneyimler yoluyla benlik parçalara ayrılıyor. Ego benlikten ayrılan bir parçadır. Bireyin asıl amacı ayrışmış olan ve bilinç dışına itilmiş olan parçalarını bilinç düzeyine çıkarmaktır. Sonrasında ise bilinç koyarak bu parçaları dönüştürmek ve tüm benlik parçalarının selfte bütünleşmesidir.
Özgüven eksikliği bu açıdan bilinç dışına bastırdığımız karanlık taraflarımızdan kaynağını alır. Ego konfor alanında kalmayı sever ve kendimizle ilgili hoşlanmadığımız tüm duyguları bilinç dışında tutmaya çalışır. Özgüven eksikliği değersizlik, yetersizlik, suçluluk ya da çaresizlik gibi gölge taraflarımızla ilgilidir. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özellikler gölge kompleksine dahil olmaktır.
Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’a göre her bireyin bu hayattaki var oluş amacı ayrışmış olan parçalarını keşfetmek ve yeniden bütünleşmektir. Jungiyen teoriye göre gölge taraflarımız benlikten ayrışmış bir parçadır. Öz güven eksikliğini aşmak için, gölgede saklı olan duyguları fark etmek ve dönüştürmek gereklidir.
Comments